e-okul

30 Mayıs 2009 Cumartesi

En Büyük Güç: Beyin Gücü

beyin gücü
Beynimizin gücünü keşfettiğimiz zaman yaptığımız işlerden zevk almasını öğreniriz. Bunun için de beynimizi doğru kullanmayı bilmeliyiz, bu o kadar zor bir şey değil, kimse gözünde büyütmesin.
Beyninizi nelerle doldurursanız o yönde o alanda güçlenirsiniz ve bu güç sizin kişiliğinizi oluşturur. Araştırmak, okumak, gözlem, kıyaslama yapmak ve neticede empati yaparak karşınızdaki insanların bakış açısını yakalamak en büyük gücünüzdür.
Kafası az çalışan insan yoktur kafasını beynini doğru yönlendireme-yen ve dolayısıyla doğru çalıştırama-yan insan vardır. Karşınıza bir güçlük çıktığında oturup bunun için başka hiçbir şey yapmadan üzülüyorsanız, beyninizi iflas ettirmişsiniz demektir ya da beyniniz iflas etme yolunda ilerliyor demektir. Karşınıza herhangi bir sıkıntı, güçlük, sorun çıktığında neden ve niçin'lerini araştırıp bir daha böylesi zor durumlara düşmemek için neler yapmanız gerektiğine dair kafa yorar ve muhtemel sorunlara
önlem alırsanız tüm zorlukların üstesinden gelebilirsiniz.
İnsanlar güveni hep dışarıda ararlar ama en kuvvetli güç ve güven insanın beynindedir. Yani kendilidedir. Tüm olaylar beynimizde biter! Beyninizde bir olayı nasıl sonuçlandınrsanız; kalbiniz ve kişiliğiniz de o derece şekillenir ve kuvveti de o nispette olur.
Kişinin ihtiyacı olan tüm güç, bedeninin içindedir. Bu ise beyinde başlar tüm duygusal ve fiziksel hareketlere yansır. Güçlü beyne sahip olmak için öncelikle inançlı olacaksınız. Başarılı ve iyi olma inancına sahip olursanız, gücünüzü iyi kullanabilirsiniz.
Beyninizin içinde en kuvvetli değer; inanç olmalıdır sonrası kolay, merak etmeyin. Tabi şunu da kabul edin hayat kolay değil, her zaman iyi şeylerle karşılaşmayacaksınız. Zorluklar sizi yoracak, üzecek ama başarma ve iyi olma inancıyla yolunuza devam edeceksiniz.
Evet ağlayacaksınız ama bu ağlamayı enkaz altında kalmış bir mağdur olarak değil bir psikolojik rahatlama olarak varsaya-
caksınız ki işin gerçeği de böyledir. Önemli olan her olay karşısında zır zır ağlamamak. Soğukkanlılığı muhafaza edebilmek önemli. Yine de yaşadıklarınızın üzerinizdeki olumsuz etkisini boşaltmak için ağlamak en iyi yöntemdir gibi geliyor bana... Bu sizi rahadatır, nitekim ağlamak ayıp değil, insani bir duygudur.
Beyninizden asla ve katiyen insani duygularınızı çıkarmayın. Güçlü beyin, hislerini ya da duygulanın kaybetmiş beyin demek değildir, insani duygularınızı hep içinizde barındıracaksınız ama ne zaman nerede ortaya çıkartacağınızı zamanla öğreneceksiniz.
İşte arkadaşlar kadın ya da erkek beyninin gücünü keşfetmiş bir kişinin ayakta durması kadar doğal bir şey yoktur. Sizler de bunu yapacaksınız; iyi akşkanlıklar, iyi arkadaşlar iyi bir sosyal çevre, bol bol araştırma doğru yerde doğru zamanda eğlenmek ve her şeyden önce en büyük sermayemiz aklımızı rahatlatmak ve neticesinde güç kazanmak... İşte bu saydıklarımın hepsi sizi hayatta ayakta tutacak.
Tek hedefiniz iyi insan olmak ol-malı ki, işte bunu da kendinize yaptığınız doğru yatırımlarla başarabilirsiniz. Doğru insanlar, doğru alışkanlıklar, doğru arkadaşlar eşittir: Doğru güç... Yani siz...

Read more...

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Yalnızlık

"Öteki", ben olmayan, "ben" ise, ötekinin ötekisi olarak tanımlanabilir. Birbirine muhtaç ikili bir ilişkidir bu. Ben, kendini tanımlayabilmek için önce ötekini keşfeder. Kendini ancak, ötekinden kendine doğru hareket ederek tanımlayabilir.
Ferit Edgü'nün "Hakkâri'de Bir Mevsim" adlı romanında islenmiş konulardan biri de çarpıcı bir biçimde ele alınmış olan "Ben ve Öteki" kavramıdır. Romanda, ben ve öteki, öykü kahramanının hep birisine ihtiyaç duyması ile ele alınmıştır. Kahraman hem yalnızlık duygusuna hakim olamamış, hem de bir şeyler öğrenmek ister havasında olduğu için yazar bu konuyu seçmiştir. Ben ve öteki hep birbirine muhtaç İki kişiliktir. Öteki olmazsa, "ben" de olmaz. Bu nedenle birinin, başkaları hakkında bir fikri yoksa, kendi hakkında da bilgisi yoktur. Çünkü fikir sahibi olamaz. Karşılıklı yardımlaşma, bu İlişkiyi düzene sokar. İnsanlar yaşadıkları ortamı değiştirince kişiliklerinde, davranışlarında ve uğraşlarında da değişiklik meydana gelir. Bu aynı zamanda "öteki"ni tanıdıktan sonra da gerçekleşebilmektedir.
Öyleyse nedir ben ve öteki? "Öteki", ben olmayan, "Ben" ise, ötekinin ötekisi olarak tanımlanabilir. Birbirine muhtaç İkili bir ilişkidir bu. Ben, kendini tanımlayabilmek için önce ötekini keşfeder. Kendini ancak, ötekinden kendine doğru hareket ederek tanımlayabilir. Ötekini, kendine göre eksiklikleri ya da fazlalıklarından faydalanarak fark eder. Kendini tanımladığı ve ötekini nesneleştirdiği anda kendisini özneleştiriyor ve merkezi kendisi olan ilişkiyi kuruyor. Bu, benin düzenlediği sıralamayı oluşturuyor. Özne, yani "ben" tek başına aciz ve anlamsızdır. Tek başına bir işe yaramaz. Kendi yabancısına muhtaçtır. Ben, ötekini keşfeder, nesneleştirir ve ötekini, düzenlemenin yollarını arar. "Ben"e göre ötekinin de ötekileri vardır. Böylece birbirinden bağımsız ya da iç içe, sayısız sayıda ikili ilişkiler ve küçük iktidarlar oluşur. Ben, her zaman bir şekilde 'öteki' arayışı içindedir. Öteki ise hep "ben" in içindedir. "Ben ve öteki", "biz ve
onlar", "yerli ve yabancı" gibi İkili yapılarda İlişki, ilişkinin her iki tarafı için de iki yönlü işlemektedir. İçe ve dışa doğru. Ben / biz / yerli ve öteki/ onlar / yabancı tarafları, bu ilişkideki konumlarını hem kendileri için ve kendilerine doğru, hem de kendileri olmayan için ve kendilerinden dışarıya doğru kurmak ve devam ettirmek durumundadırlar. Özne bu ilişkideki merkezi yerini ve ötekine karşı kurduğu iktidarını haklılaştırmak için gerekçeler üretir, kendini buna ikna eder ve sürekli olarak bunu kendine tekrar eder. Ötekini kendisi için 'mutlak öteki' haline getirir. Buna inanır. Aynı şeyi ötekine karşı da yaparak, onu kendisinin ötekisi olduğuna alıştırır ve bu ilişkiyi iki taraf için de, başka türlü olmasının imkansız olduğuna inandırır. Aynı iki yönlü işleyiş öteki için de geçerli. Yani aynı mekanizma ötekinde de, içe ve dışa doğru işler. Bu ikili yapılanma, her iki taraf için de zihinsel anlamda narkotik etkisi taşır. Yani tarafların oluşturulmuş, kalıplaştırılmış davranışları ve beklentileri artık her iki taraf için de önceden bellidir. Kalıba sokulmuş ilişki biçimi, her iki taraf için de kabullenilmiş ise zihinsel uyuşukluğu başlatır. Bu, tarafları rahatlatır, durumu normalleştirir. "Ben" paranoyak bir şekilde, kendine benzemeyeni, yabancı olanı keşfettiği anda tehlikeli bulur ve kendini koruma duygusuyla tehlikenin ortadan kalkması için onu ya kendisine benzemeye zorlar, asimile etmeye çalışır ya da algıladığı tehlikenin boyutlarına göre öteki üzerinde düşmanca bir strateji geliştirir. Kendi paranoyasının kurbanı olur. Ben, bu noktadan sonra "başkaları berbat" demeye başlar. Bir bakıma kendini beğenmişliktir.
Ben, öteki olmadan yaşayamaz. Romanda, kendini bir kazazede olarak tanımlayan ve hiçbir şey hatırlamayan, bazen buna kendisi de inanmakta güçlük çeken bir karakter vardır. Yazar, "ben ve öteki" ilişkisinde bu ana karakteri "ben" olarak alıp diğerlerini "öteki" yapmıştır. Arada sırada romanın ilerleyen bölümlerinde de bunu derinleştirerek, ana karakterin diğer insanlara muhtaçlığını anlatmıştır. Kimi zaman öğretmenlik yaparken çocuklardan öğrendiği şeylerle, kimi zaman da oranın dilini öğrenmeye çalışırken, "ötekilere", yani köy çocuklarına ihtiyaç duymuştur. Bu muhtaçlık, "ben"in, "öteki" olmadan asla yaşayamayacağının göstergelerinden birisidir.
Birinin, başkaları hakkında bir fikri yoksa, kendi hakkında da bilgisi yoktur. Yani yine bir başka deyişle "Ben", "öteki"ni analiz etmeden, kendi durumunu anlayamaz". "Ben" in, öteki olmadan yaşayamamasının nedeni, hem tanımındaki gibi aslında ötekinin de "ben"in içinde olmasından, hem de ona çeşitli nedenlerden dolayı ihtiyaç duymasındandır. Örneğin bu ihtiyaçlardan biri kendisi hakkında bilgi edinmektir. Öteki ile karşılaştırma yapamazsa kendi hakkında hiçbir farkı bilmeyecek ve bundan dolayı bilgi sahibi olamayacaktır. Belki kendini tanımlayamayacaktır bile. Bu, romanda karakterin, gittiği köyü incelemesi ve insanların sefilliğini fark etmesi olarak ele alınabilir. Köydeki çocukların ayakkabı giymemesi, okulun eskimişliği, insanların ilgisizliği ve bunun gibi kötü koşullar... Bu kötü haldeki yeri görünce, hem kendi iyi durumunun farkına varıp kendini tanımlayabilmiş ve onlardan ayırabilmiştir. "...başka bir dilden soru sorduğumda cevaplamayan, saçları makasla kırpılmış oğlanlar, mosmor ayaklı yalınayak çocuklar, hiçbirinin önünde kalem, kitap, defter olmayan çocuklar..." (Edgü 23). Bundan mutluluk duymasa da kendi durumu için şükretmiştir. O andan itibaren de çalışmaya başlamıştır.
Karşılıklı yardımlaşma, hayatı düzene sokar. Tıpkı "ben ve öteki" ilişkisinde olduğu gibi, "ben", ötekinin farklı olduğunu fark edince korkar ve onu tehlike olarak görür. Bu nedenle onu hemen asimile eder, kendine benzetmeye çalışır. Böylece tehlike ortadan kalkmış olur. Fakat karşı tarafı asimile etmek veya değiştirmek her zaman şiddetle veya o tarz bir yöntemle olmak zorunda değildir. Yardımlaşma gibi güzel ve barışçıl yollarla da bu gerçekleştirilebilir. Romandaki karakter köyün öğretmeni olarak çocuklara pek çok şey öğretmiş ve onlardan da pek çok şey öğrenmiştir. Burada karşılıklı yardımlaşma vardır. Başlangıçta hiçbir şey hatırlamamasına rağmen yardım ederek hem onları bilgilendirmiş hem de kendisi hakkında bilmek istediği şeyleri öğrenmiştir. Kendisi de bunun farkındadır. "Bana gelince, hem öğreten hem öğrenen biri..." (Edgü 66). Burada hem yardımlaşmanın önemine yer verilmiş, hem de "ben" in, "öteki" olmadan yaşayamayacağına başka bir kanıt gösterilmiştir.
İnsanlar yaşadıkları ortamı değiştirince kişiliklerinde, davranışlarında ve uğraşlarında da değişiklik meydana gelir. Ben ve öteki arasındaki ilişkide roller bellidir. Bu rolleri belirleyen de elbette "ben" dir, yani romandaki ana karakter. Ben olan, kural koyan, konuşan, yazan, planlayan, strateji geliştiren, akılcı olan, sınırları tanımlı ve katı, değişmez olandır. Öteki ise kurallara tabi olan, dinleyen, okuyan, öznenin yaptığı planlamaya uyması beklenen, taktik geliştiren, duygusal olan, sınırları değişebilir olan ve özneye göre esnek durumda olandır; yani köy halkı ve özellikle çocuklar. Romanda genellikle ana karakterin bakış açısından anlatım yapıldığı için "Ben" in durumu çok iyi anlaşılmaktadır. Ben ve Öteki ilişkisinde "ben"in koyduğu bu ilişki yapısını öteki de benimsemiş ve seçeneklerden birini kabul etmiş ise problem yoktur. Köydeki çocuklar bu kategoriye girebilir. Ancak ikili yapının taraflarından birinin özellikle de edilgenleştirilmiş olan "öteki"nin itirazıyla problem başlar. Çocuklar da "öteki" durumundadır fakat Muhtar ve Halit gibi "ötekiler" problem yaratmaktadır. Ötekinin, ilişkiye ve dolayısıyla "ben"e karşı takındığı kayıtsızlık bile "ben"i çileden çıkartmaya yetmektedir. Bu nedenle karakter sürekli romanda kafası karışık bir haldedir. Hep isyan içindedir. Bulunduğu durumdan veya etraftakilerin bulunduğu durumdan... "Yol boyunca göz pınarlarımda birikmiş olan yaşlar bir anda boşaldı. Bir çocuk ölüsü önünde tutamadım kendimi..." (Edgü 58). İşte bu andan itibaren en azından onları eğitmek için çaba göstermiş ve onların sefil durumlarına karşı kayıtsız kalmamıştır.
Sonuç olarak herkesin birine ihtiyacı vardır. Yani "ötekiler" olmazsa özne de olmaz. Bu kişiler birbirine yardımlaşma ve tanımlama yoluyla bağlıdır. Birbirlerini tanımladıktan sonra ayrılır ve bir anlam kazanırlar. Ferit Edgü, "Hakkari'de Bir Mevsim" adlı eserinde bir insanın diğer insanlara muhtaçlığını ve yardımlaşmanın hiçbir zaman elden bırakılmaması gerektiğini etkileyici bir şekilde anlatmıştır. "Ben ve öteki" kavramlarını öyküye çok güzel bir şekilde yerleştirmiş ve güzel bir mesaj vermiştir.

Yazan: Ezgi Timuroğlu

Read more...

23 Mayıs 2009 Cumartesi

ÖSS Konusunda Müzisyenlerle Röportaj

Bu yazı ÖSS’ye girecek öğrencileri bilgilendirmek amacıyla yazılmıştır.
ÖSS yüzünden en güzel yıllarımda bir sürü şey yapabilecekken, kurduğum gruba devam edebilecekken, okul tiyatrosunda yer alabilecekken, futbol takımında bir yıl daha oynayabilecekken tüm bunları lise sonda bırakmıştım. Bir daha da toparlamak mümkün olmadı. Bir de üstüne üniversite sınavı kağıdında yanlış tercih işaretleyip İktisat’a girince (tıpkı Emre Aydın’ın yaptığı gibi!) dört yıl boyunca fikri işkenceye uğradım. O dört yıl boyunca İktisat’ı bırakıp tekrar sınava girmeyi düşündüm ama Hele bir diplomayı al sonra başka bir şey de okursun, Medyada, sinemada para yok, sen hele bir diplomayı cebine at, sonra hobilerinle (!) uğraşırsın arada diyenler yüzünden onu da yapamadım. Tamam diplomayı cebe attık da, ne işe yaradı onu anlamadık. Bu tabii ki benle kalmıyor, yanlış bölüme girmek Türkiye’de çok sık rastlanan bir durum. Bu yüzden de insanlar sevmedikleri mesleklerde hayatlarını çürütüyorlar. İşte bu yüzden şu günlerde geri sayım yaptığınız ÖSS’ye doğru stresinizi biraz giderelim istedik, müzisyenlerimize ÖSS ile alakalı sorular yönelttik. Satır aralarında TRT’deki Hayatımız Sınav’ı sunan şişman amcanın söylediklerinden çok daha faydalı nasihatlar var, iyi okuyun sevgili çocuklarım :)
Tüm müzisyenlere sorulan sorular:
1- ÖSS sınavına giderken veya sınav esnasında ya da sonrasında yaşadığın enteresan olaylar var mı?
2- ÖSS’ye çalışırken müziğin sana olumlu olumsuz katkıları oldu mu?
3- Sınav nasıl geçti, nereyi kazandın?
4- Kazanamasaydın “dünyanın sonu” şeklinde bir düşünceye kapılır mıydın?
5- Sınava gireceklere önerilerin ve öğütlerin neler olabilir?
6- E-okul'u nasıl buldun?
Melis Danişmend (ÜÇNOKTABİR)
1- Acayip bir trafiğe takıldığımız için az kalsın sınava yetişemiyordum. Bir de sınavdan önce kardeşimle şu şeker, yedek kalem geyikleriyle acayip dalga geçiyorduk. Sınav için sınıfa girdiğimde milletin masasında 8’er kalem görünce bir süre sınava konsantre olamamış, kendi kendime güldüğüm için de garip bakışlara maruz kalmıştım.
2- Ben çalışırken bir şey dinleyemeyenlerdenim. Aklım müziğe gidiyor.
3- Annem ve babam, kardeşim ve benle ilgili gayet ümitsizdi, o yüzden kazandığımız yeri duyunca şaşırmışlardı: İstanbul Üniversitesi – İletişim
4- Şimdi düşünüyorum da, benim kafamda kazanamamak diye bir şey yoktu. Ama bu inek hırsı gibi bir şey değil. Başka türlüsü olamaz gibi geliyordu. Nasıl emekleme- yürüme- koşma gibi şaşmaz bir düzen var, ortaokul- lise- üniversite de böyle bir şey zannediyordum. Bu durumda kazanamasaydım dünyanın falan değil, kainatın sonu olurmuş benim için :)
5- Rahat olsunlar.
6- Çok güzel bir sistem e-okul.
Yağmur Sarıgül (MANGA)
1- Enteresan bir anım yok. Gayet sıradan bir sınavdı benim için. Kalem, silgi, pet şişede su ve saat.
2- Ders çalışırken müzik dinlemenin çok faydalı olacağını pek düşünmüyorum, sessizlik konsantrasyon için daha faydalı olur bence. Ama aktif olarak müzik ilgilenme durumlarımı soruyorsanız, hayatımın o döneminde de başka gruplarla stüdyo çalışmalarım oluyordu tabii ki. Şu anki mesleğimi de bu çalışmalara borçluyum açıkçası, ÖSS’ye değil.
3- Barajı geçmiştim, daha sonra yetenek sınavına girip Gazi Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümü’nü kazanmıştım.
4- Kapılmazdım, dünyanın sonunun gelmesi çok daha kötü bir şey olsa gerek.
5- Sakin olmaya çalışsınlar, hepimiz böyle bir dönem geçirdik ve bir şekilde buradayız. Hayat devam ediyor…
6- E-okul'u detaylı inceleme fırsatım olmadı ama duyduğuma göre çok güzel sistem.
Uğur Onatkut (YÜKSEK SADAKAT)
1- Sınav esnasında bir matematik sorusunu çözerken 10 haneli ÖSS numaramı ezberledim.
2- Ders çalışırken kesinlikle müzik dinleyemezdim. Çünkü aklım hep ne çaldığına, nasıl çalındığına giderdi.
3- Benim amacım konservatuara girmek olduğu için sadece barajı geçmem gerekiyordu. Dört kere girdim toplam ve her seferinde de çalışmış kadar iyi notlar aldım. İkinciden sonra da hiç çalışmadım sınava. Üçüncü seferde az kalsın normal bir bölümü kazanıyordum. Hiç kitap kapağı açmadan girdiğim için böyle söylüyorum. Tekrar tekrar sınava girmemin sebebi yetenek sınavlarını kazanamayışımdır.
4- Hayatım boyunca hiçbir konuda böyle bir şey düşünmedim zaten.
5- Sakin olmalarını söyleyebilirim sanırım.
6- E-okul'dan haylaz kardeşimin notlarına bakıyorum. Artık sahte karne dönemi bitmiştir. :)
Birol Namoğlu (GRİPİN)
1- O zamanlar ÖSS ve ÖYS vardı. ÖSS’de iyi bir sonuç alınca sanırım biraz havaya girdim ve ÖYS’de hiç beklemediğim kadar kötü bir sonuç aldım.
2- Müziğin, gerçekten dinlemeye değer müziğin insana hiç olumsuz katkısı olabilir mi? Müzik olmadan zaman geçiremeyen birisiyim. O zaman da öyleydim. Ders çalışırken mutlaka müzik olması gerekirdi. Mutlaka olumlu katkısı olmuştur.
3- ÖSS gerçekten iyi idi. %1,5’luk dilime girmiştim. Ama ÖYS’de öyle olmadı. Yıldız Teknik Üniversitesi’ne girdim. Malzeme ve Metalurji mühendisliği okudum. Biraz uzun sürdü, şimdi Galatasaray Üniversitesi’nde işletme yüksek lisans öğrencisiyim.
4- Asla böyle bir düşünceye kapılmamak lazım. Ya da istenilen bölümü kazandıktan sonra Tamamdır bu iş demek de çok yanlış. Hayat 3 saatlik sınavlardan, 4 senelik okullardan daha karmaşık bir yol. Çok bulutlu ve sonsuz bir yol. Önemli olan mutlu edecek yolları belirleyip aklın ve iyiliğin yolunda sürekli ilerlemek olsa gerek.
5- Rahat olsunlar. Ama rahatlıkla tembelliği asla karıştırmasınlar. Hayatta dostlar ve aileden başka herkesin, her şeyin bir yedeği var. Ama öte yandan boşa geçen zaman şu kısa hayat içindeki boş satırlar anlamına geliyor. ÖSS’YE girecek arkadaşlarımız kendilerini tanımayı başardıklarına inanıyor ve hedeflerini belirlemişler ise o hedeflere ulaşmak için daha fazla zaman kaybetmemeli, çalışmalı ve diledikleri yola girmeliler. Keşke çok farklı bir düzen içinde daha anlayışlı bir sisteme sahip olabilseydik, daha doğrusu pastada hepimize ait eşit ve lezzetli dilimler olsaydı her şey daha kolay olurdu.
6- E-okul hakkında bir fikrim yok.

Read more...

22 Mayıs 2009 Cuma

E-Okul Veli Bilgilendirme Sayesinde Yapabilecekleriniz

E-Okul Sayesinde;
Sınav Bilgileri bölümünden, öğrencinin sınav bilgilerine bakabilirsiniz.
Duyurular bölümünden, duyuruları okuyabilirsiniz.
Devamsızlık Bilgisi bölümünden, öğrencinin devamsızlık bilgisine bakabilir, okula gitmediği günleri görebilirsiniz.
Not Bilgisi bölümünden, öğrencinin aldığı yazılı, sözlü ve ödev notlarını görebilirsiniz.
Haftalık ders programı bölümünden, haftalık ders programına bakabilirsiniz.
Sınav tarihleri bölümünden, öğrencinin ne zaman hangi sınavı olabileceğine bakabilirsiniz.
Öğrencinin Aldığı Belgeler bölümünden, öğrencinin aldığı belgelere bakabilirsiniz.
Öğrencinin Okuduğu Kitaplar bölümünden, öğrencinin hangi kitapları okuduğunu görebilirsiniz.
Öğrenci Davranış Notu bölümünden, öğrencinin davranış notunu görebilirsiniz.
Öğrencinin diploma puanını ve yıl sonu notunu da e-okul üzerinden görebilirsiniz.

Read more...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

PES 2010

PES 2010Evet arkadaşlar, derslerinize çalışıp iyi bir karne getirdiğinizi düşünerek bu yazıyı yazıyorum. Eğer babanızdan karne hediyesi isteyecekseniz en güzel hediyelerden biri hiç kuşkusuz PES 2010 olacaktır. Yalnız bunun için biraz beklemeniz gerekecek çünkü PES 2010, 2009 yılının dördüncü çeyreğinde piyasaya sürülecek. PES 2010'un bir futbol oyunu olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Aşağıda PES 2009'da oyun içinden çekilmiş bir fotoğrafı görüyorsunuz.
PES 2010Oynanış bakımından pek bir değişiklik olacağını düşünmesek de PES 2010'un gerçekten enfes olacağını umuyoruz. Ben PES serisi ile 2007 yılında PES 2008 ile tanıştım. Daha önceden PES'in iğrenç bir oyun olduğunu düşünen ben PES 2008 ile tanıştıktan sonra PES hayranlarının arasındaki yerimi aldım. İlginçtir pekçok eski PES tutkunu PES 2008'in seri içindeki en kötü oyun olduğunu düşünüyor. Ben ise öyle düşünmüyorum. Şu an için seri içindeki PES 2009'dan sonra en iyi oyun PES 2008. Kısa bir yazı oldu, şu günlerde yazı yazmaya pek vakit bulamıyorum ancak yazımı bitirirken KONAMI firmasından bir istekte bulunacağım. Lütfen bu yılki oyununuzda Turkcell Süper Lig de yer alsın. Aslında bu istekten öte bir dilek, çünkü KONAMI yetkililerin bu yazıyı okuma ihtimalleri çok düşük. İyi eğlenceler. (:

Read more...

19 Mayıs 2009 Salı

Okulların Kapanma Tarihi

Evet sevgili öğrenciler. Okulların kapanmasına bir aydan az bir süre kaldı. Birçoğunuzu ÖSS ve SBS stresi sarmış durumda. Bunun korkulacak bir durum olmadığını daha önce dile getirmiştik. Dilerseniz merak eden arkadaşlarımız için okulların kapanma tarihini verelim. Okullar 12 Haziran 2009 tarihinde kapanıyor. ÖSS sınavı ise okulların kapanmasından tam iki gün sonra yani 14 haziran 2009 Pazar günü yapılıyor. Hepinize bol şans dilerim. Allah zihin açıklığı versin. (:

Read more...

18 Mayıs 2009 Pazartesi

E-Okul Veli Bilgilendirme Sistemi

Milli Eğitim Bakanlığı'nın e-okul hizmeti çok tutuldu. Neredeyse ülkemizdeki tüm öğrenciler en az bir defa uğramıştır e-okul'a. E-okul'un açılış amacı karnelerini velilerinden saklayan veya hileli yöntemlerle not konusunda velisini kandırma yoluna giden öğrencilerin önüne geçmekti. E-okul ilk açıldığında herkes tarafından veli bilgilendirme sistemi olarak biliniyordu. Ancak, artık e-okul veli bilgilendirme sisteminden çok öğrenci bilgilendirme sistemi olarak işliyor. Öğrenciler karnelerini karneleri almadan belki de haftalar önce görebiliyor. İşte bu öğrenciler açısından çok iyi bir durum. Karne kaygısı sona eriyor. Karne günü yaşanan stres ortadan kalkıyor. Nerede eski karne günleri diyoruz ve burada yazımıza son veriyoruz. Derslerinize iyi çalışın. Okulun değerini bilin. Bir daha geri gelmez. :)

Read more...

Kaybetmekten Kesinlikle Korkmayın

Fransa'nın en büyük edebiyatçılarından Emil Zola, üniversiteye giriş sınavlarında sözel bölümü kazanamamış, başka bir üniversite sınavında da daha önceki sınavı kötü geçtiği için sınava bile girmemiştir. Ama o yılmamış, yeni bir edebiyat akımının öncüsü olup dünya çapında üne sahip olmuştur.

Dünyaca ünlü İtalyan müzisyen Enrico Cariso'nun ilk müzik öğretmeni sesinin aşırı kötü olduğunu söyleyerek ona ders vermemiştir. Fakat bu onu yıldırmamış ve onu İtalya'nın en ünlü müzisyenlerinden biri yapmıştır.

İngiltere'de milletvekili olan B. Disraeli, meclisteki ilk konuşmasında ıslıklanmış ve konuşması yarım kalmış. Yerine geçmeden önce de şimdi beni konuşturmuyorsunuz, gün gelecek hepiniz benim konuşmamı pürdikkat dinleyeceksiniz demiştir. O, yıllar sonra İngiltere başbakanı olmuştur.

10 yaşında öğretmeni onu öldüresiye dövdü. Ailesi onu okuldan aldı. 17 yaşında istediği okulun sınavlarını kazanamadı. 24 yaşına geldiğinde iki ay tek başına tek odalı bir hücreye hapsedildi. 27 yaşında aynı işi yaptığı bir kişi kahraman ilan edildi, onun adı geçmiyordu bile. 37 yaşında böbreğinden rahatsızlandı. 2 ay yalnız hastanede yattı. 38 yaşında işinden oldu. Cebinde sadece seksen lirası vardı. Hakında tutuklama kararı çıktı. Yine aynı yaşta en yakın arkadaşları onun aleyhinde oy kullandı. 39 yaşına geldiğinde idama mahkum oldu. Daha sonra ne oldu bilmek ister misiniz? 42 yaşında Türkiye'nin Cumhurbaşkanı oldu. Bu kısa yaşam hikayesi Ulu Önder M. Kemal Atatürk'ün hikayesi.

Yukarıdaki örnekler gibi dünya üzerinde milyonlarca daha örnek vardır. Siz neden bunlardan biri olmayasınız. Başarısız olsanız bile başarabileceğinizi bildikten sonra umutsuzluğa kapılmanın hiçbir sebebi yok.

Read more...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

E-Okul Türkiye'de Neden Daha Önce Yapılmadı

Çünkü şartlar olgunlaşmamıştı.
— Kısmetlisiniz demek?
— Balık bakımından öyle. Balığa çıkıp da eli boş döndüğüm pek olmaz. Kendi yiyeceğimizi olsun çıkartırım.
— Kardeşiniz size yardım ediyor mu? Nazlı biraz kızardı, düşündükten sonra:
— Bizim köy çok iyidir efendim, dedi. Ama köyden olmayanlar, karşı kıyıdakiler rahat vermezler insana. Kardeşimi yanıma alırım. O olmayınca karşıya geçmem. Geçsem bile yolcu götürürüm.
— Yolcu mu?
— Evet efendim. Vapuru kaçıranlar, acele işi olanlar bulunur. Hastalık var, sağlık var. Köydeki kayıkçılar halden anlamazlar. Kırk yılda bir iş düştü diye, bir yerine on isterler. Zaten sandal diye birşey kalmadı.
— Biraz tehlikeli bir iş değil mi?
— Hangi işte tehlike yok ki e-okul. Sonra mecburum.
— Allah yardımcınız olsun, nerde oturuyorsunuz?
— Bostan sokağında kulübe gibi bir evimiz var. Sandalı yalılardan birinin kayıkhanesine çekerim.
— Kızım istediğiniz kadar bizim kayıkhaneyi kullanabilirsiniz.
— Ben de düşünmüştüm e-okul. Ama karşıdan gelen bazı balıkçılar vardır. Bunlar bizim koyda ağ atar, voli çevirirler. Onlar boş bulmuşlar burasını, benimsemişler. Köy-dekiler biraz çekiştiler.
— Onları savdık yavrum. Halat gibi bir ip germişler, ağlarını asmışlar. Sonra kayıkhanede kayık omurgaları, halatları, kayık demirleri dolu. Ne ise, güzellikle söyledik, toparlanıp gittiler.
— Bizimkiler yapmazlar bunu e-okul. Karşının ba-lıkçılarıyla az kavga olmadı köyde.
— Evet, ama bizi tanıyan pek yok.
— Siz de ayrılalı epeyce olmuştur e-okul. Ben onaltı yaşındayım. Sizi tanımamıştım.
Kerime Hanım:
— Biz köyden ayrılırken anneniz Nesibe Hanım hamileydi, dedi. Bir iki defa yalıyı yoklamağa geldik.
Nazlı giderken Kerime Hanım:
— Kızım, dedi. Eski varlığımız kalmadı. Bir emekli aylığı ile geçinmek zorundayız. İkram edecek halimiz yok. Ama annesi ara sıra olsun bize gelirse çok memnun olurum.
— Söylerim e-okul, mutlaka gelir.
Nazlı yine çıplak ayaklarıyla yürümüş, kayıkhaneden sandalını çıkartarak rıhtımdan açılmış, uzaktan elini sallamıştı.
Kerime Hanım:
— Çok şeker şey, dedi. Değil mi?
— Evet Hanımcığım, öyle.
— Nasıl yani?
— Şeker şey, dedin ya.
— Yalnız o kadar mı?
— Şunu bunu bilmem Kerime Hanım, bu zamana kadar bir kız evladı bu kadar şiddetle hiç özlememiştim. Ne çare ki Yüce Tanrı vermedi bize.
— Belki bir başka kadın alsaydın çocuğun olurdu?
— Sen bir başka erkekle evlenseydin çocuğun olmaz mıydı? İki verimsiz insan birbirimizi bulmuşuz.
Kenan Bey sigarasını yaktı. Gözlerini durmadan akıp geçen sulara ve yer yer rıhtım taşlarına doğru sıçrayan sulara dikti. Uzun uzun içini çekti.
Boğaziçi'nin bu dullar ve emekliler köyünde güzel bir yaz başlamıştı. Gösterişten uzak, kendi halinde, sabaha, akşama, ne yiyeceklerini düşünen bu insanlar, yazın güzelliğinden faydalanmak istiyor:
— Aman iyi ısınalım, kışa faydası olur, diyorlardı.
Önlerinde bir koy ve çoğu zaman sakin bir deniz vardı. Rüzgâr esmez ve vapurlar geçmezse deniz çarşaf gibi dümdüz ve gökkubbenin maviliğini içine çekmiş gibi gözükürdü.

Read more...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Bir Yabancının E-Okul Hakkındaki Görüşleri

Bu şahsın Türkçe'si iyi olmadığı için özür dileriz. Şimdi bir gün çok tanagers özel okul lise çevrimiçi hak ediyor. Online araştırma çok rahat olasılığı normal sınıflar için çeşitli nedenlerden ötürü mümkün olmayan.
Genel lise çevrimiçi için iki seçenek - mesaj çevrimiçi okul veya çevrimiçi Lisesi var. Mesaj çevrimiçi okullar bağımsız özel okullar olarak çalışmasına. Özel okul çevrimiçi de, gerekli değildir, ulusal makamlar ve devlet ve kamu hizmetleri, okullar. Çünkü kamu kaynaklarından değil Bu özel okul online izleme için bir Crown şirketi bulunuyor. Lise mesaj ve felsefe olan bir okulda başka bir farklılık öğrenme vardır. Burada ücretler ve özel okulun yapısı çok çeşitleri bulabilirsiniz. Birçok özel okullarda bazı geleneksel değil sunuyoruz.
Online okulların ulusal düzeyde akredite olan çoğu kişi. Bu, tüm özel okul için aynı değildir. Eğer özel okul tercih Eğer okul zamanında sertifikalı sonra, size, iyi bir kaydı var kontrol etmelisiniz. Özel okul İyi bir öğrenci ve öğretmenler için erişim gibi özellikler sunuyor kolay ve hızlı. Genel olarak, masraflar için özel okullar yüksek devlet okullarında karşılaştırılır. Yüksek Maliyeti-Okul çalışmada bir okulda başka bir farklılık. Ama ücretleri pek çok özel okul indirim.
Çevrimiçi mesaj Lisesi Avantajları
Öğrenci başına • Çok bireysel gereksinimleri.
• birkaç sigara geleneksel ders
• Daha fazla oy Etkinlikler
• 24 / 7 destek güvenli web erişimi
Olan normal sınıf mümkün olmayan kişiler için iyi bir seçenek •.

Özel veya kamu, önemlidir tarafından çevrimiçi lise Whether yapmak ne olursa olsun, kabul edin. Size kaçınmak Bu şekilde, kurum tarafından yaktılar. Sizin Lisesi-çalışma için eğitim temelinde ve daha fazla sizin için fırsat için yeni kapılar açmak için. Olmak Lisesi-Online akademik başarı için uygun ve pratik bir moda. Kurs iyi öğrenciler için sorumluluğundadır. Çok çalışma ve düzenli çalışması gerekir.

Read more...

11 Mayıs 2009 Pazartesi

E-okul neden açılmıyor?

E-okul açılmayabilir, çünkü çok kişi asılıyor olabilir.
Kenan Bey ayağa kalkmıştı. Kerime Hanım biraz yana çekildi:
— Buyurunuz kızım, dedi. Balıklarınızı yedik. Çok da lezzetliydi.
Kız oturdu:
— Size de yer var bey amca, dedi.
Kenan Bey eşinin yanına ilişti. Kerime Hanım:
— Kızım, dedi. Siz kimlerdensiniz? Kız içini çekti:
— Ben balıkçı Ahmet'in kızıyım, dedi. Babam sizlere ömür. Bu köyün yerlisiyiz. Buraya geldiğinizden anneme söz ettim. Bilmem doğru tahmin etti mi? "Belki Kerime Hanım'la Kenan Bey gelmişlerdir" dedi.
Kenan Bey tutamadı kendisini:
— Biziz yavrum, biziz, dedi. Döndük dolaştık, kürkçü dükkânına geldik. Baba ocağı işte. Eh, ben de emekli oldum. Başımızı dinleyelim dedik.
Kız: '
— İyi ettiniz bey amca, dedi. Köy ıssız, ama her tarafa yakın. Bir ihtiyacınız olursa ben yardım ederim size.
Kerime Hanım:
— Kızım, dedi. Anneniz Nesibe Hanım mı?
— Evet, dedi kız. Demek tanıyorsunuz?
— Hatırladım, dedi Kerime Hanım. Kayınpederim Hulusi Bey hayatta idi. O zaman babanız Ahmet Bey'in bir sandalı vardı. Hulusi Bey'i ara sıra karşı sahile çıkartırdı. Vapurlar pek sık değildi o günlerde. Köyde bir düğün oldu, Ahmet Nesibe Hanım'la evlendi. Anneniz bize sık sık gelirdi. Marifetli bir hanımdı. Bana gelir, diktiği elbisenin makinesini çekerdi. Sonra biz ayrıldık buradan. Dünya işleri işte. Sizin adınız?
Kız:
— Benim adım Nazlı, dedi.
— Güzel isim doğrusu. Sandalda bir oğlan çocuk vardı. O kim?
— Kardeşim Cemil, dedi kız. Benden sonra o dünyaya gelmiş. Ona dedemin adını koydurmuş babam.
Kenan Bey:
— Cemil Kaptan olacak, dedi.
— Evet, dedi kız. Dedem Karadeniz'de birçok limana gider, kereste filan getirirmiş. Armalı filan bir teknede kaptanlık yaparmış. Ama ben o zamanlara yetişmedim. Dedemi de hatırlamıyorum.
Kerime Hanım:
— Hiç okudunuz mu kızım? dedi. Nazlı:
— Ortayı bitirdim teyzeciğim, dedi. Daha da okurdum ama dul bir kadın olan anneme yüklenmek istemedim. Kardeşim de vardı. Kadıncağız, el dikişi dikecek de bizi okutacak.
— Anneler gayretlidir evladım.
— Evet ama, genç yaşında dul kalan bir kadına ben yüklenmek istemedim.
— Peki ama, ne yaptınız yavrum?
— Ne yapabilirdim teyzeciğim, balıkçılık, kayıkçılık.
— Sen mi kızım? Ama bu erkek işi.
— Kardeşim yetişsin, ne yaparsa yapsın. Şimdilik ben annemi idare etmeğe çalışıyorum.
— Kayıkçılık mı yapıyorsunuz?
— Evet, daha doğrusu balık tutarım, karşıda bir iki balık lokantası vardır, çoğu zaman tuttuğumu onlara götürürüm.
— Kazanç oluyor mu?
— Eh, işte akmazsa da damlıyor.
— Her zaman balık olur mu?
— Ben çoğu zaman eli boş kalmam.
— Başka balıkçılar size engel olmuyorlar mı?
— Teyzeciğim, artık öyle kıyı balıkçısı mı kaldı. Kayıklarını motorların peşine takar, büyük işler peşine koşarlar.. Boğaz'da işini bilen daima istavrit ve izmarit bulabilir.

Read more...

10 Mayıs 2009 Pazar

Fenerbahçe - Galatasaray Dostluk Maçı

Evet yanlış okumadınız, Fenerbahçe SK ile Galatasaray SK anlaşmış ve beraber dostluk ve kardeşlik müsabakası düzenlemeye karar vermişler. Yer neresi biliyor musunuz? İstanbul İnönü Stadyumu. Seyirciler eşit olacak.
Kenan Bey epeyce heyecanlanmıştı. Kızın sandalını dikkatle izliyor, hatta endişeleniyordu.
Tenekenin içinde tıkırdayan balıklar Kenan Bey'i uyardı. Kutuyu alarak tahta sırada oturan karısının yanına gitti:
— Gördün mü hanım? dedi.
— Görmez miyim. Kızla kaynatıyordun. Kenan Bey kıpırdayan balıkları seyrederken:
— Ne kaynatması be Kerime, dedi. Çocukdu o?
— Sen de zaten çocuklara düşkünsündür.
— Eh, ne yapayım, Allah bize çocuk vermedi.
— Kimin nesi bu kız?
— Ne bileyim. Sandalın başında kırmızı yazı ile Nazlı diye bir isim vardı.
— Nazlı mı? Herhalde bir yalı sandalı.
— Ne bileyim Kerime. Sandalın içinde bir balıkçı sepeti vardı. Balıkla dolu.
— Balık mı satıyor yoksa?
— Belki de balık satıyor. Vapur geçti, dalga geliyordu, hemen açıldı. Konuşup anlaşamadım.
— Beyaz bir sandal, öyle mi?
— Evet, ne var?
— Koyda dolaşıp duruyor da!
Kenan Bey aşçılıktan epeyce anlardı. Balıkları güzelce ayıkladı, önce deniz suyu ile yıkadı, sonra içeride duru-ladı, tuzladı ve mutfağa bıraktı. Ellerini yıkamış, sıvadığı kollarını indiriyordu.
— Kerime, dedi. Sana birşey söyleyeyim mi, çok güzel bir kızdı bu bize balık veren.
— Aklın kaldı, desene.
— Bırak bana sataşmayı. Vallahi merak ettim. İnci gibi bir kız. Ayağında bir pantolon vardı, ama ayakları çıplaktı.
— Çıplak mıydı? Neden?
— Canım, ben ne bileyim! Çıplaktı ayakları. Bembeyaz, çocuk ayakları gibi küçük ayakları vardı. Dalgalardan kaçmak için küreğe asılırken ayaklarının birini önündeki ağaca dayadı.
— Ne ağacı bey?
— Canım kürek çekilen yerin önünde ayak dayamak için bir tahta vardır. Küreği çekenler oraya ayaklarını dayar, kuvvet alırlar.
— Peki ne olmuş?
— Kız işte ayağını o tahtaya dayadı. Hem ayak değil, sanki eldi. Adeta o tahtayı kavramıştı.
— Maşaallah, hiç dikkat etmemişsin.
— Canım Kerime, bırak şu sataşmayı bana. Ben bayağı merak ettim çocukları.
--Hangi çocukları?
— Sandaldakileri işte. Kız bir yanına yaslanarak küreklere asılıyordu. Sandal çabucak açıldı rıhtımdan, sonra akıntıya kapıldı, hem kayıyor, hem de uzaklaşıyordu.
Yalıya geldi geleli, ilk defa o akşam balık yemişlerdi. Karı, koca taze balıkları iştahla yemiş, limonlu yeşil salata ile midelerini bastırmışlardı. Daha da kalmıştı kutuda. Onları tel dolaba koydular. Geç vakitlere kadar oturdular. Arkalarına birer örtü alarak ikinci katın balkonunda otururken karşı kıyıdaki müzik ve şarkı seslerini dinlediler. Gece olunca sesler daha kuvvetli olarak geliyordu. Rumeli yakasının bu canlılığına karşılık, Anadolu yakasında bir sessizlik ve karanlık vardı.
Daha Mayıs ayı yeni çıkıyordu. Boğaz yolcuları vapurlardan taşarcasına gelip gider ve motorlar rıhtımlara suları savurarak geçerlerken köyün içinden ne bir insan el sallıyor, ne de bir ilgi gösteriliyordu.
Bir iki gün daha geçmişti. Karı koca rıhtımda otururlarken beyaz sandal geldi, geldi, kayıkhaneye girdi ve Kenan Bey'e balık veren kız rıhtıma çıkarak onlara doğru yürüdü.
Ayağında yine pantolon vardı ve ayakları yine çıplaktı. Bu çıplak ayaklar ıslak olmalı ki rıhtımın üzerinde yaş yaş iz bırakıyordu.

Read more...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

İnşallah Sivasspor Şampiyon Olur!

Herkesin dileği...
— Biz bu yalıda evlenmedik mi?
— Haa, evet. Babam Hulusi Efendi nikâh memurlarını yalıya getirtmişti. Aşağıda, rıhtıma bakan büyük misafir odasında nikâh kıyılmıştı.
— İyi hatırladın bey. Ne günlerdi o günler, değil mi?
— Evet, ikimiz de gençtik.
— Gelinliğimi hatırlıyor musun?
— Gelinliğini mi? Herhalde telin, duvağın vardı.
— Vardı elbette. Ya elbise?
— Kerime, biz erkekler giyim kuşama pek dikkat etmeyiz. Yalnız annemin taktığı salkım küpeleri hatırlıyorum. Sana yüzgörümlüğünü takarken küpeler pırıl pırıl parlıyordu. Ne oldu o küpeler?
— Satmadık mı?
— Öyle ya. Zaten satmadığımız bir kendimiz kaldı.
Yorulmuşlardı. Yola alışık değillerdi. Şimdi tekrar o yolları tepecek, iskelede vapur bekleyecek, köprüye çıkınca La leli'ye kadar bir otobüs yolcuğu yapacaklardı.
Hava güneşli ve ferahlatıcıydı. Kerime Hanım:
— Bey, dedi. Kalalım bu akşam?
— Nerede, burada mı?
— Öyle ya. Götürmediğimiz bir iki şilte var. Yükün içinde. Hava güzel. Sen şöyle çarşıya doğru bir uzan. Yiyecek bir şeyler bulursun. Ama pek geç gelme.
— Neden?
— Neden olacak, korkarım ben.
Köye ekmek getiren bir bakkal varmış. Eski fırın kapanmış. Kenan Bey kendi köyünün yabancısı ve acemisi olarak zar zor bir ekmek bulmuştu. Kerime Hanım bir gün evvelden tepsi böreği yapmış, bir de gerdan sövüşü ile iki yumurta haşlamıştı.
Öğle yemeğini, insanın altında gıcırdayan ve binaya yaslandığı için duran tahta sırada yediler.
Yolun karşısında bir hayrat çeşme vardı. Suyunun şifalı olduğunu söylenirdi. Kenan Bey oradan da bir testi su aldı.
Yalının mutfağı insanı ürkütecek kadar büyük, ocağı ga yet geniş ve karanlıktı. Kimbilir ne zamandan kalma sön müş ateş korları ve uçları yanmış odun parçaları vardı.
Yere gömülü küpler, götürülmesine gerek görülmeyen kazan ve maltızlar insana hep eskileri hatırlatıyordu. Bir de kuzine dedikleri geniş, demir bir soba vardı.
En son hangi tarihte gelip yokladıklarını hatırlamıyorlardı. O geceyi orada geçirdiler. Ayaklı lambaların içinde gaz kalmamıştı. Işık için zahmet çekmediler. Yalıdan hemen hemen hiçbir şey eksilmemişti. Kenan Bey:
— Buranın halkı namuslu insanlardır, dedi. Bir emanet bıraksan hepsi göz kulak olur. Bu lambalar şimdi antika. Bak alıp yürütmemişler. Yukarı kattaki taban halısı bile duruyor. Şimdi onlar çok kıymetli.
Ertesi sabah birbirlerine testiden su dökerek ellerini yüzlerini yıkadılar. Kalan böreklerden birer parça yediler. Kerime Hanım:
— Bey, dedi. Laleli'de oturuyoruz ama oturduğumuz yer mezar gibi. Bak burası aydınlık, o kadar rutubet de yok. Diyeceğim şu ki, dünyanın parasını verdiğimiz o yer odalarını bıraksak da buraya taşınsak. Onbeş bin lira aylık veriyoruz. Ay dediğin şıp şıp geliyor. Aylığının hemen hemen yarısı bu kiraya gidiyor. Kira elimizde kalsa.
Kenan Bey'in de eski yaşantısı gözlerinin önüne gelmiş ve yalıya taşınmakta bir fayda ummuş olmalı ki, kısa bir konuşmadan sonra oy birliği ile karara varmışlardı.
Yalıda eşya olarak onları idare edecek bir çok kalıntı vardı. Aşağı salonda çini soba bile kurulu duruyordu. Bahçeden kayıkhaneye inilen merdiven başında karanlık bodrumda bir köşede yığılı odun kömürü bile gördüler.
Karı koca Laleli'ye dönüp zaten pek az olan eşyayı bir kamyona yüklediler, kendileri de bindiler ve Boğaz Köprü-sü'nden geçip eski köylerine geldiler. Taşınma biraz pahalıya oturmuştu ama bir iki ayda bunu karşılayacaklarını düşündüler.

Read more...

E-okul Basit Türkçe Diyaloglar

— Peki hanım, peki, vazgeçtim.
— Neden vazgeçtin? Benden mi?
— Ayol, senden vazgeçsem ne olacak ki. Yaş yetmiş, iş bitmiş.
— Erkek milletinin işi kolay kolay bitmez.
Kenan Bey, bayat bir gazeteyi kimbilir kaçıncı defa okumak için eline alınca Kerime Hanım seslendi:
— Kenan Bey?
— Buyur.
— Bana ne söyleyecektin?
— Vazgeçtim, dedim a.
— Söyle Allahını seversen, merak ettim.
— Yalıya gidelim, bir dolaşalım diyecektim.
— Ne zaman?
— Ne zaman olacak, bugün, yarın.
— Peki neden gitmiyoruz?
— Söylemeğe meydan verdin mi?
— Kuzum tekrar başlama. Madem ki gidelim diyorsun, gideriz. Ama biraz da masraflı olmaz mı?
— Otobüs parası, vapur parası.
— Sen niye gidelim diyorsun?
— Bir kere vergisini vereceğiz. Sonra düşünüyorum yalının artık bize bir yararı var mı? Satalım, gitsin.
— Bilmem ki bey, arada bir yalımız var diye övünüyoruz.
— Yalı değil karga yuvası artık.
— Bakalım para verirler mi?
— Binaya değil, ama rıhtım çok esaslıdır. Denize yirmi metre cephesi var. Satarsak son zamanımızda rahat ederiz.
— Bilmem ki. Eğer karar verdinse ben birşey hazırlı-yayım. Yarın erkenden kalkar gideriz. Allah vere de hava boz-masa.
— Mayıs'ın ortalarına geldik hanım, hava bozsa da ne olacak ki!
Ertesi gün, ıngıl ıkış yola çıkmış kendilerini boğaz vapurlarından birine atmışlardı. Vapur köyün iskelesinde durmadığı için komşu köyün iskelesine çıkıp yalıya kadar yürüdüler.
Yoldan duvarla ayrılan yalının bahçesinin kapısı yarı aralıktı. Demir kapı basmış, toprağa gömülmüştü. Bir insan zorlukla geçebiliyordu.
İçerinin manzarası da içler açışıydı. Sağlam kalan bir incir ağacından binanın kaplamasına bir ip bağlanmış, buraya balık ağları asılmıştı. Rıhtımda, yerde, boylu boyunca iki kayık küreği yatıyordu. Ayrıca bir balıkçı kayığını rıhtımdan yukarıya almışlardı.
Komşu yalıdan genç bir adam seslenmişti:
— Ne arıyorsunuz orada? Kenan Bey:
— Bana bak oğlum, dedi. Ben bu yalının sahibiyim. Rıhtımdaki adam:
— Öyle söylesene, dedi.
Rıhtım biraz esiyordu. Arka kapıdan içeriye girdiler. Yerler bir karış tozdu. Ama buraya girip çıkanlar olmalı ki tozların üzerinde iri iri ayak izleri vardı.
Alt kat, kalın duvarlardan yapılmıştı, kârgirdi. Tavanı da sağlam kalmıştı. Trabzanları tutunarak ikinci kata çıktılar, orası da toz içindeydi ve deniz tarafındaki camlardan bir kısmı kırılmıştı. Arka taraftaki odalar daha mazbuttu ve yolun karşısındaki yeşillik yalının içine vurmuştu.
Giderken, eskilikleri, sakatlıkları yüzünden götürülme-miş sedirler, ipek örtüleri yol yol dökülmüş kanepeler vardı.
Eski bir süpürge ile biraz temizledikleri yere oturdular. Kerime Hanım:
— Bey, dedi. Bittim ben. Kenan Bey sigarasını yakarken:
— Ben de yoruldum, dedi.
— Aklıma ne geldi bey, biliyor musun?
— Ne bileyim.

Read more...

Büyükada Belediyesi

Bu perişan rıhtımlarda olsa olsa, yeldirmeli ihtiyar bir hanım, sarsık bir sandalyada oturarak denize bakar bakar, eski günleri, kaybettiklerini düşünerek içini çeker.
Bazen eli bastonlu, sakallı bir ihtiyar balık tutmağa çalışır. Çoğu zaman rıhtımlar boştur.
Ne yazın neşesi, ne Boğaz'ın güzelliği ve ne de deniz mevsimi bu köyün halkını neşelendirir. Ama bayram günlerinde harap pencerelerden veya balkonlardan bir bayrak sallandırırlar. Diğer köylerde, en kapalısı, askılı bir elbise ile göğsü bağrı açık veya mayo ile gezen, rıhtımlarda neşe çığlıkları atan, yakınlardan geçen vapurlara el sallayan genç kızların kaynaşdığı köylerdeki yalılarda bir tek bayrak göremezsiniz.
Bayramlar, onlar için eskimiş ve mazi olmuşlardır. Onlar yeni bir yaşantının insanları olmuşlardır. Şişli'de kışlıkları, Boğaz'da, ya da daha uzak, Kuşadası, Antalya, Marmaris gibi yerlerde, ancak bir ay kadar kaldıkları mevsimlik konutları vardır. Bunlara, kışın bakılması için bekçi parası verirler.
Bunların Amerika'da veya İsviçre'de kızları, oğulları var-drr. Her zaman için söylenirler:
Ne yaparsın, burası yaşanacak memleket değil ki? Oku, bunca yıl dirsek çürüt, kafa patlat eline bir şey geçmez.
Analardan, babalardan, Avrupa memleketlerine, arada bir uçan vardır. Orada gördüklerini ballandırarak anlatırlar. Medeniyet varmış, herkes çalışıyormuş.
Bu insanlar hiçbir zaman bir memleketi memleket yapanların orada oturanlar olduğunu düşünmezler. Orada bir medeniyet varsa, bir güzellik varsa, bir rahatlık varsa, bunu orada yaşıyan insanların sağladığını düşünmezler. Hazıra konmak, başkalarının emeğini sömürerek yaşamak isterler.
Bu insanlar düşünemezler ki, memleketi memleket yapan insanlardır. Yağmurları yağdıranın ormanlar, yeşillikle-
ri verenin sular olduğunu akıllarına bile getirmezler. Onlar bu memlekette okur, palazlanır, vatanlarını beğenmez, kaçıp gider, burada kazandıklarını başka bir memlekette yerler.
Rahatlığı, bolluğu, lezzeti, varlığı, herşeyi Devletbaba-dan beklerler. Bunlar hayırsız evlâtlardır.
Bizim, dullar ve emekliler köyünde, yüksek aşamalara kadar çıkmış, bu memlekete hizmet etmiş, subay emeklileri, devlet kapılarında yıllarca çalışmış memleketin ihtiyar, emekli evlâtları vardır. Onların dul kalmış kadınları vardır. Bunlar aldıkları aylıkla geçinmeğe çalışır ve daima:
Allah devlete, millete zeval vermesin, derler.
Kerime Hanım'la Kenan Bey de biri emekli, biri çapından düşmüş ev kadını iki yaşlı insandır. Bunların bu köyde, babadan kalma bir yalıları vardır. Zar zor vergilerini verirler, bazen şöyle bir vapur gezintisi yapmağa kalkarken, yalılarının önünden geçerken içleri sızlar.
O bir zamanın zengin yatağı olan yalı, saçakları sarkmış, olukları dökülmüş, camlarının bir kısmı uçmuş, çerçeveye çuval gerilmiştir.
Yalının çamları, süs ağaçları, kimbilir kimler tarafından kesilip yakılmıştı. Yalının arka tarafındaki renkli camlarla süslü, giriş kapısının önündeki mermer basamakların aralıklarından incir ağaçları çıkmıştır.
Mayıs ayında, üç aylığını aldı zaman Kenan Bey:
Hanım, dedi. Sana bir şey söyleyeceğim ama hemen lafımı ağzıma tıkama.
Kerime Hanım:
Ayol, ne zaman lafını ağzına tıkadım? dedi. Sesim yok, soluğum yok. Sen zaten para alınca böyle kırıcı olursun.

Read more...

8 Mayıs 2009 Cuma

İstanbul, Boğaziçi

İstanbul'da Boğaziçi köylerinden biri. öteden beri, bu köyde oturanlar, köylerine, "Dullar, emekliiek köyü" derler.
Hakları da var. Deniz kıyısına sıralanan ihtiyar yalılar birbirlerine bakarak uyuklar. Kimi denize uçmuş, kimi sağlam kalabilmiş rıhtımlara, denizin dalgaları aynı alışkanlıkla çarpar, tırmanır. Herşey, herşey değişmiştir bu köyde, ama ay ışığı ve denizin akıntısı değişmemiştir.
Yazın, yakındaki iskeleye yanaşmak için yaklaşan denizyollarının vapurunda bulunanlar köye bakarak söylenirler:
Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur. Bir zamanlar bu köy, bu yalılar kibar yatağı idi. Zenginler Mayıs ayından gelmeye başlarlardı. Rıhtımlarda arap hizmetçiler, başlarında süslü başlıklarla beyaz ve oynak kızlar, beli kuşaklı, usta bir ahçı ve hepsinden güze! kibar ve nazik hanımlar dolaşır, köyün sebze kayıkları, bakkal kayıkları rıhtımlara sokularak ağır ağır geçerler, çoğu zaman alış veriş yaparlardı. Şimdi vapurlar bile iskeleye uğramaz oldu. Neye uğrasın, gelen giden yok ki.
Çok doğru, şimdi vapurlar bile açıktan geçiyor. Yazın, Boğaziçi'nin en kalabalık zamanında bile pek gelen giden olmuyor.
Yalıların sahipleri çoktan ölüp gitmiş, dağ suları bile kesilmiş, rıhtımlar çürük dişli ağızlara benzemiş.

Read more...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Oz Büyücüsü 1. Bölüm

Doroti annesini ve babasını kaybedince, dayısının yanına sığınmıştı. Em Yenge, hiç çocuğu olmadığı İçin bu sevimli kızı evladı gibi bağrına basmıştı. Doroti, hiç yüzü gülmeyen Henry dayının evine, bir parça neşe getirmişti. Evde Em Yenge'ye can yoldaşı ve yardımcı olmuştu. Toto Doroti'nin en yakın arkadaşı, evin acar köpeğiydi.
O gün gökyüzü her zamanki gibi masmavi değildi. Güneş bulutların arkasına saklanmış yüzünü göstermiyordu. Ortalığı kocaman kara bulutlar kaplamıştı. Henry Dayı düşünceli bir şekilde gökyüzüne baktı. Korku dolu gözlerle karısına bakarak:
— Büyük bir hortum geliyor. Siz Doroti ile bodruma girin. Ben de çiftlikteki hayvanlara bakıp geliyorum, dedi.
Em Yenge, Henry Dayı'nın söylediklerinde haklı olduğunu söyledi. Doroti'yi ele alarak bodruma yöneldi. İşte o an gökyüzünde büyük bir hortum oluştu. Em Yenge bodrumun kapısını açarak karanlık merdivenleri inmeye başladı. Doroti, yengesini takip ediyordu. Rüzgâr vahşi bir hayvan gibi homurdanıyordu. Küçük ev hortumun etkisiyle sallanmaya başladı. Doroti, dengesini kaybederek yere merdivenlerden yuvarlandı.
Doroti neler olduğunu anlayamamıştı. Sanki büyük bir balon içerisinde, gökyüzünde yolculuk ediyordu. Küçük evleri havalanmış hızla ilerliyordu. Doroti, etrafına bakındı. Evde kendisinden başka kimse yoktu.

Read more...

Copyright 2009 e-okul. Hakkı varsa saklıdır.

Üste GİT